İnsan yaratılma konusunda akıl olarak diğer varlıklardan farklı olarak işlevlenmiştir. Bu da insana temizlik ve günahsız bir yolu oluşturmuş. Ayrıca gelişme, düşünme ve olgunlaşma değerlerini ortaya koymuştur. Bunların hepsinin bir genel ifadeyle toplayacak olursak İnsanın fıtratında/özünde Allah’ın varlığını ve birliğini tanıma eğilimi yatmaktadır. Eğilimin ortaya çıkması da yine insanın bir arayış işine girmesiyle vesile olur. İman eden kişi, başta Allah olmak üzere, kendi yaratılışı, hayat ve ölüm hakkındaki temel sorularına cevaplar bulur. Ayrıca insanın psikolojik olarak inanmaya ihtiyacı duymaktadır. Eğer böyle sık bir toplum içindeyseniz zamanla daha yoğunlaşır ama bu bir kolay yoğunlaşma olmaktadır.
Din, bizim olgumuza göre kendi isteğimiz ve tercihimizle iyiye, doğruya ve güzele ulaştıran ilahi bir fıtrat olma özelliğiyle tanımlanmaktadır. Yani din asla bir baskı altında kalmadan kişinin kendine kalmış özgür seçimiyle kabul etme durumudur. Bizim dinimiz İslam da kuran da belirtildiği üzere “Dinde zorlama yoktur.” Ayetiyle herkese kendi istek ve tercihe bırakmıştır.
Tarihi bir geçmişe göz attığımızda bu soruların her kesimde kendisini tekrarlandığını anlarız. Bizim dinimiz hem baskı ortamı oluşturmamış hemde inananlar için serbest bir şekilde yaşama imkânı sunmuştur. Eğer tam tersi bir durum söz konusuysa bu Allah’ın uygun görmediği bir davranış olarak bilinmektedir. Kur’anı Kerim’de “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi topluca iman ederdi. Hâl böyleyken, mümin olsunlar diye sen tutup insanları zorlayacak mısın!”2 yer almaktadır. Bir zorlama meydana geldiğindeyse bu bir mümin ifadesi değil kişiyi münafıklığa sürükler.
Kişinin inancı güçlüyse bu durum da insan kendini asla yalnız hissetmez. Her karşılaştığı sorunla kendini rabbine yardım isterken bulur ve çok geçmeden içinin ferahladığını hisseder. Bu yüzdendir ki imanlı olmak inançlı olmak ihtiyaç yönelik duyulan bir ifadedir.